Anacak G. Y., Cilaker Mıcılı S., Bozkurt O., Durmuş Sütpideler N.(Yürütücü)
TÜBİTAK Projesi, 1001 - Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Projelerini Destekleme Programı, 2024 - 2026
Priapizm erkeklerde yaşam kalitesini oldukça olumsuz etkileyen, cinsel
uyarı olmaksızın dört saatten uzun süren kalıcı ve ağrılı ereksiyon halidir. Her
yaşta erkeklerde görülebilmektedir ve dünyada prevalansı giderek artmaktadır. En sık görülen priapizm türü olan iskemik
priapizm (İP) olguların %95’ini oluşturmaktadır. Boşalmanın gecikmesine bağlı
oluşan iskemi ve müdahale sonrası doku reperfüze
olduğunda tetiklenen patofizyolojik mekanizmalar penil hasara ve dolayısıyla erektil
disfonksiyona (ED) neden olmaktadır. Acil müdahale gerekli olan İP’de mevcut tedavi
yöntemleri başlangıçta aspirasyon ve sempatomimetik ajanların intrakavernozal enjeksiyonu,
bu tedaviler yeterli gelmediğinde cerrahi müdahaledir. Bununla birlikte bu tedavilerle tümesans sağlandığı koşullarda bile ED
oluşabilmektedir. Konservatif ve cerrahi müdahaleler sırasında destek olacak
farmakolojik ajanların kullanımı tedavi başarısını arttırabilir. Ancak bu
amaçla kullanılan bir farmakolojik ajan bulunmamaktadır.
İP’de
penil ereksiyondan sorumlu başlıca nörotransmitter olan nitrik oksidin (NO)
biyoyararlanımının azaldığı bildirilmektedir. NO’nun yanı sıra penil dokuda endojen olarak sentezlenen
hidrojen sülfürün (H₂S)
korpus kavernosumda gevşetici etkileri ve erektil fonksiyonun regülasyonunda
rol oynadığı çalışmalarda bildirilmiştir. H₂S’in diğer organlarda da serbest radikal
kaynaklı stresi azaltarak, mitokondriyal işlevi teşvik ederek, vaskülarizasyon
yollarını aktive ederek ve apoptozu azaltarak iskemi-reperfüzyon hasarını
önlediği bilinmektedir. Ancak,
literatürde İP ile H₂S ilişkisini araştıran bir çalışma bulunmamaktadır. Bu kapsamda yaptığımız bir
çalışmada İP modeli oluşturulan sıçanların penil dokularında kontrole kıyasla H₂S seviyelerinin önemli ölçüde azaldığını,
ayrıca intraperitoneal NAHS (H₂S donörü) uygulamasının İP’de H₂S seviyelerini arttığını ve kontrol
seviyelerine yaklaştığını raporladık. Bu
verilerimiz ışığında önerilen projemizde İP sonrası penil dokuda H2S
azalmasının mekanizması ve H2S’in İP patolojisindeki rolü, ayrıca H2S
donörünün profilaktik ve tedavi edici etki potansiyelinin erektil fonksiyona
etkilerini araştırmayı amaçladık.
Bu çalışmada yetişkin Wistar erkek sıçanlar 1. Kontrol grubu, 2. Priapizm grubu, 3. 1
hafta boyunca i.p %0.9 NaCl+ Priapizm/reperfüzyon grubu, 4. 1 hafta boyunca i.p
NaHS +Priapizm/reperfüzyon grubu, 5. Priapizm/reperfüzyon + 1 hafta boyunca i.p
%0.9 NaCl grubu, 6. Priapizm/reperfüzyon + 1 hafta boyunca i.p NaHS grubu olmak
üzere 6 gruba ayrılacaktır. İP grubu hayvanlara, anestezi altında vakum yöntemi
ile doku erekte edilerek 4 saatlik iskemi oluşturulacaktır. Deneylerin sonunda
çalışma gruplarındaki tüm hayvanlarda in vivo intrakavernöz ve ortalama kan
basıncı ölçülerek iskemik priapizmde H₂S’in erektil fonksiyona etkileri
araştırılacaktır. İn vivo çalışmayı takiben sıçanların penil dokuları eksize
edilerek bir kısmı homojenize edilecek ve metilen mavisi yöntemiyle H2S
seviyeleri ölçülecektir. Bir kısmında ise penis dokusunda H₂S
sentezine aracılık eden enzimlerin CSE, CBS, 3MST mRNA ekspresyonları RT- PCR
ile protein lokalizasyonları ise immünhistokimya ile araştırılacaktır. İnflamatuar
süreçte H₂S’in anti-inflamatuar etkisine aracılık eden
Nrf2 ve anjiyogenez ile ilişkisi için VEGF ve eNOS mRNA ekspresyonları RT-PCR
ile protein lokalizasyonları ise immünhistokimya ile değerlendirilecektir. İnflamasyon, ödem, vazokonjesyon
ilişkili morfolojik değişiklikler Hematoksilen-Eosin ve Masson Trikrom boyama
yöntemleri ile incelenecektir. Ayrıca antifibrotik etkisi kolajen/düz kas oranı
ile araştırılacaktır.
Bu çalışma ile İP’de NaHS’in
erektil yanıtlara ve H₂S düzeylerine koruyucu ve tedavi edici etkisi ilk kez değerlendirilecektir. Elde
edilen sonuçlara göre H2S’in regülasyonunun İP tedavisinde klinik
uygulamalarda kullanılabilirliği düşüncesi doğacaktır. H2S Donörü
NaHS, İP’li hastalar için
konservatif ve cerrahi tedavi basamaklarını destekleyen, dolayısıyla ED
olasılığını azaltan yeni umut verici bir tedavi seçeneği olarak ortaya konulacaktır.