: Pediatrik Onkoloji Hastalarında İskemi Modifiye Albümin Düzeyinin Antrasiklin Kaynaklı Miyokard Hasarının Değerlendirilmesindeki Klinik Önemi


Ayabakan C.

Vakıf, 2024 - 2025

  • Proje Türü: Vakıf
  • Başlama Tarihi: Ocak 2024
  • Bitiş Tarihi: Mart 2025

Proje Özeti

Albümin insan vücudunda en çok bulunan proteinlerden biridir, total plasma proteininin yaklaşık %65'ini oluşturmaktadır. Albüminin %40'ı damar içi sıvıda yer alırken; %60'ı ekstraselüler boşlukta bulunmaktadır. Damar içi onkotik basıncın sağlanmasında, hormonların, yağ asitlerinin, metallerin ve ilaç moleküllerinin taşınmasında rol oynar. İskemik ataklar sırasında oluşan oksidatif stres, reaktif oksijen türleri ve asidoz gelişimi albümin molekülünün N-terminal ucunda yapısal değişikliklere sebep olmakta ve metallere bağlanma affinitesini azaltmaktadır. Bu yapısal değişiklik sonucunda oluşan albümin molekülüne iskemi modifiye albümin ismi verilmektedir.

Antrasiklin grubu kemoterapötikler lösemi, lenfoma ve diğer solid tümörlerin tedavisinde sıklıkla kullanılmaktadır. Antrasiklinlerin en önemli yan etkisi kardiyotoksisitedir. Reaktif oksijen radikalleri oluşturarak, apoptozisi indükleyerek ve DNA hasarı oluşturarak, antrasiklinlerin kardiyak fonksiyonları bozabildiği bilinmektedir. Antrasikline bağlı miyokardda oluşan oksidatif stresin de iskemi modifiye albümini artıracağı ve bu hasarı öngörmede etkili bir ajan olabileceği düşünülmektedir. Bu çalışmanın amacı; akut myeloid lösemi (AML) ve akut lenfoblastik lösemi (ALL) tedavisi alan pediatrik hastalarda antrasikline bağlı kardiyotoksitenin değerlendirilmesinde iskemi modifiye albümin düzeyinin tanısal ve prognostik önemini ve alınan antrasiklin dozu ile iskemi modifiye albümin düzeyinin ilişkisini araştırmaktır. 

Çocukluk çağı kanserleri nadir görülmelerine rağmen 15 yaş altındaki çocuklarda izlenen morbidite ve mortalitenin en sık nedenlerinden birisidir. Sağlık Bakanlığı 2017 yılı kanser istatistik verilerine göre 0-14 yaş arası çocuklarda çocukluk çağı kanserlerinin %33.8’ini lösemiler oluşturmaktadır. Lösemiler genetik anomallik içeren hematopoietik hücrelerin klonal proliferasyonu ile oluşan malignitelerdir.

 

Akut ve kronik lösemi ayrımı hastanın tedavisiz yaşam süreci ile ilişkilidir. Bununla birlikte akut lösemide immatür hematopoetik veya lenfoid öncü hücrelerin hâkim olduğu, kronik lösemide ise matür kemik iliği elemanlarının hakim olduğu bilinmektedir. Akut lösemiler çocukluk çağında daha sık görülmektedir ve sitolojik, immunohistokimyasal, sitogenetik ve moleküler özelliklerine göre akut lenfoblastik lösemi(ALL) ve akut myeloblastik lösemi(AML) olarak sınıflandırılır.  Çocukluk çağında lösemilerin %75’ini ALL oluşturmaktadır. Normal kemik iliğinde hematopoetik kök hücreler, myeloblastlar, lenfoblastlar ve eritroid, miyeolid ve megakaryositer serinin olgun hücreleri görülmektedir. Periferik kanda ise normalde yine bu serilerin sadece olgun şekilleri bulunmaktadır. Akut lösemi patogenezinde ise lösemik blastların normal kemik iliği hücrelerinin yerini alması ve kontrolsüz çoğalmaları rol almaktadır, kemik iliğinde %20’den fazla blast izlenmesi ile tanı konulur. Akut lösemide kemik iliğinde izlenen blastların; lenfoblast ve myeloblast olmasına göre ALL ve AML olarak ayrılmaktadır. Aşırı çoğalan, anormal ve işlevsiz lösemik blastlar periferik kana, diğer dokulara ve retiküloendotelyal sisteme yayılarak akut lösemiye özgü klinik tablonun oluşmasına yol açmaktadır.

 

Hastalar ALL’de genellikle; hastalığın sistemik etkisine bağlı olan ateş (%60), yorgunluk (%50), solukluk (%40) gibi nonspesifik bulgularla hastaneye başvurmaktadır. Ayrıca lenfoblastların kemik iliği ve diğer dokulara yayılımından kaynaklı kemik ağrısı, karın ağrısı, organomegali, solunum sıkıntısı, kanamalar ve nötropeniye bağlı enfeksiyon bulguları da ALL kliniğinde sık izlenmektedir. AML’de hastaların çoğunda kemik iliği ve ekstramedüller lösemik infiltrasyona bağlı bulgular ön planda görülmektedir. Anemi, lökopeni, trombositopeni sıktır. Ateş, solukluk, halsizlik, kanama, kemik ağrısı, kilo kaybı ve enfeksiyon bulguları izlenebilir.

 

Son yıllarda yoğun kemoterapi protokollerinin uygulanışı, destek tedavilerinin iyileştirilmesi ve enfeksiyonların kontrol altına alınabilmesiyle birlikte lösemili hastalarda erken ölümler azalmış; 5 yıllık sağkalım oranı 1970’li yıllarda %70’ler civarındayken günümüzde %90’lara kadar artmıştır. Sağ kalım oranlarının artışıyla birlikte; tedaviye bağlı komplikasyonların görülme oranları artmakta ve hastaların bu komplikasyonlara bağlı ölüm oranlarının yükseldiği izlenmektedir.

 

Antrasiklinler çocukluk çağı lösemi, lenfoma ve diğer solid tümörlerin tedavi protokollerinde sıklıkla kullanılan kemoteröpatik bir ajandır. Etkin ve sık kullanılan bir tedavi olmasına rağmen özellikle doz bağımlı kardiyak yan etkileri ile öne çıkmaktadır; bu yan etkiler morbitide ve mortalitenin önemli nedenleridir.

 

Antrasiklinlere bağlı kardiyotoksisite patogenezinde oksidatif stresin rol aldığı düşünülmektedir. Oluşan reaktif oksijen moleküllerinin ve hücre zarı lipid peroksidasyonunun kardiyomiyosit hasarına yol açtığı öne sürülmektedir. Gelişmekte olan kardiyomiyositlerin daha hassas olduğu ve antrasiklin tedavisi alan çocuk hastaların antrasiklin kardiyotoksisitesi açısından daha yüksek risk altında olduğu bildirilmiştir. Antrasiklinlere bağlı kardiyotoksisite klinikte; akut, erken ya da geç dönemde ortaya çıkabilir. Klinikte; supraventriküler taşikardiden, sol ventrikül disfonksiyonu, kardiyomyopati ve kalp yetmezliğine kadar gidebilen tablolar görülmektedir. Ciddi kardiyovasküler hastalık riskinin artışıyla birlikte  kanser tedavisi tamamlanan çocuklarda ölüm sebepleri arasında kardiyak hastalıkların ilk sıralara oturduğu gösterilmiştir.

 

Antrasiklin tedavisi alan hastalarda kardiyak toksisiteyi erken tespit etmek çok önemlidir. Günümüzde kardiyak toksisiteyi belirlemede ve hastaların takibinde; kardiyak biyomarkerlar ve görüntüleme yöntemleri sıklıkla kullanılmaktadır. Antrasiklinlere bağlı gelişen kardiyotoksisitede kesin tanısal tek bir test bulunmamakla birlikte; ekokardiyografide sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonunda (LV-EF) %10’dan fazla azalma olması ya da LV-EF değerinin %53’ün altında ölçülmesi kardiyotoksisite tanısında kullanılmaktadır. Aynı zamanda kardiyak biyomarkerların yüksek izlenmesi ve elektrokardiyografik değişiklikler de tanıyı desteklemek için kullanılan diğer parametrelerdir.

 

Albümin çoğunluğu karaciğerden sentezlenen, kan dolaşımında ve ekstraselüler boşlukta bulunan multifonksiyonel bir globular proteindir. Plasma onkotik basıncının oluşumunda, hormonlara, ilaç moleküllerine, yağ asitlerine ve metallere bağlanarak bu moleküllerin kanda taşınmasında görev alır. İskemik koşullar altında albümin molekülünün bazı değişikliklere uğradığı gösterilmiştir. Albümin molekülünün

N-terminal ucu biyokimyasal değişikliklere karşı hassastır. İskemi sırasında gelişen oksidatif stres ve reaktif oksijen moleküllerinin etkisiyle albüminin N-terminal ucunda bozulma gerçekleşir. Buna bağlı olarak albüminin geçiş metallerine; özellikle kobalta olan bağlanma affinitesinde azalma görülür. Oluşan bu varyant albümin iskemi modifiye albümin (İMA) olarak adlandırılmaktadır ve miyokardiyal iskeminin erken evrelerinde oluşması nedeniyle; kalıcı miyokardiyal nekroz gelişmeden serumda saptanabilir. İMA; miyokardiyal iskemi için Amerika Birleşik Devletleri Gıda ve İlaç Dairesi tarafından onaylanan ilk serum belirtecidir.

Antrasiklinlerin de reaktif oksijen radikalleri oluşturarak, apoptozisi indükleyerek ve DNA hasarı oluşturarak, kardiyak fonksiyonları bozabildiği bilinmektedir. Antrasikline bağlı miyokardda oluşan oksidatif stresin de iskemi modifiye albümini artıracağı ve kalıcı miyokard hasarını öngörmede etkili bir ajan olabileceği düşünülmektedir.

Bu çalışma ile pediatrik onkoloji kliniğine başvuran ALL ve AML tanısı ile antrasiklin tedavisi alan hastalarda; antrasikline bağlı kardiyotoksitenin değerlendirilmesinde İMA düzeyinin tanısal ve prognostik önemi ve alınan antrasiklin dozu ile İMA düzeyi arasındaki ilişki ortaya konulmak istenmektedir.